Efendim…
Bazı şehirler vardır, insanın damarını tutuşturur.
Beyninde başka bir ritim çalar, kalbinde başka bir ritim atar.
İstanbul seni anlatır, Ankara seni boğar…
Ama Adana…
Adana seni yakar.
Öyle hafif hafif değil, ızgaranın üstüne oturtup usul usul…
Ciğerinle birlikte ömrünü köz eder.
Şimdi lafı dolandırmadan söyleyeyim:
Bu memleketin en kavruk güneşi orada doğar, en yiğit adamları orada yaşar.
Pamuk tarlasından da çıkar adam, hapishane kapısından da.
Ve gariptir ki, her ikisi de yürek taşır.
Adanalı, mangalı sırtında taşır ama kendi sırrını kolay kolay kimseye taşıtmaz.
İlçeleriyle kavga edip barışan şehir
Bak şimdi…
15 tane ilçesi varmış.
Seyhan’ı, Yüreğir’i, Çukurova’sı derken, her biri ayrı havada.
Seyhan desen göğsünü gere gere “ben merkezim” der…
Yüreğir “merkezsen, ben yürektenim” der.
Kozan tarih yazar, Ceyhan petrol pompalar, Sarıçam plânla büyür.
Feke’de güneş erken yatar, Pozantı’da sabah sert uyanır.
Aladağ’da adam yüreklenir, Tufanbeyli’de dil sertleşir.
Her biri bir karakter, her biri başlı başına bir hikâye.
Adana’yı tarihle terbiye edenler
Yani efendim…
Bu şehir Hitit’ten kalma.
Persler geçmiş, Araplar geçmiş, Osmanlı da Ramazanoğullarıyla yerleşmiş.
Kurtuluş Savaşı’nda Fransız’a “bonjour” dedirtmemişler.
Şehir susmuş ama teslim olmamış.
Kısacası Adana’nın tarihi öyle kitap kokmaz;
tütün kokar, barut kokar, hatta biraz da ter kokar.
Kebapçıdan çıkan adam, sanayici olur mu? Olur…
Ekonomi mi?
Pamuk var, mısır var, narenciye var.
Ama Adana’nın esas meyvesi adam yetiştirmesidir.
Yumurtalık’ta petrol akar, Ceyhan’da enerji geçer ama
Seyhan Nehri’nde asıl akan candır, mücadeledir, sözdür, gözyaşıdır.
Sanayi desen; tekstilden kimyaya kadar her türlü mamulü üretir.
Ama Adanalı’nın esas üretimi: Kültür…
Kendine has aksanı, tabiri caizse ağzının ortasından düşen her kelimesiyle marka yaratır.
Adanalının sosyal medyası: Mahalle arası
İnsanı mı?
Bak hele…
O gülümseme var ya, yüzde değil, ciğerde başlar.
Adanalı gülmez, seni içine çeker.
Öyle akademik sosyolojiyle çözülecek mesele değildir.
Bir evin damında çamaşır kuruyorsa, yanında mutlaka bir mangal dumanı vardır.
Akşam ezanı okundu mu, sokaklarda sabır değil, sabırsızlık kokar:
“Kim önce yakacak ateşi?”
Ve ateş dedik mi, yalnızca mangal değil, öfke de, sevda da, inat da bu şehrin ateşindendir.
Adana bir coğrafya değil, bir şahsiyettir
Şunu da unutmayalım:
Adana bir şehir değildir; bir ruhtur.
İki dudağın arasına sığmaz, ama bir küfürlük mesafede anlaşılır.
Kendiyle kavgalıdır, ama kendini inkâr etmez.
Kimi zaman Asi gibi çağlar, kimi zaman Seyhan gibi durulur.
Fakat ne yaparsa yapsın, bir köşe yazısı gibi ortada kalmaz:
Ya içine oturur, ya zihnine kazınır.
İşte böyle dostum…
Adana’yı yazmak kolay değil.
Çünkü Adana, yazılacak şey değil, yaşanacak şeydir.
Yani kebabı yemen yetmez, acısında yanman lazım.